İslâm Ordusu, Mekke'ye girmeden evvel, son defa Zîtuva Vadisinde toplandı. Peygamber Efendimiz ve Ashabı Kiram'ın sevinçleri etrafa dalga dalga yayılıyordu. Yüzlerinde tebessüm, gönüllerinde ferah ve sürür vardı.
Peygamber Efendimiz, devesi Kasva'nın üzerindeydi. Kendisine bu mübarek ve muazzam günü gösteren Cenâbı Hakk'a sonsuz hamd ve şükrünü takdim ediyordu.
Tevazu ve mahviyetinden mübarek başını öne eğmişti. Öylesine ki, neredeyse mübarek sakalının ucu devesinin semerine değiverecekti.812 Bu haliyle, önünde eğilecek tek zâtın sâdece Kâinatın Yaratıcısı Cenâbı Hakk olduğunu bütün insanlığa ilân ediyordu; aynı zamanda, ashabına da, muvaffakiyeti verenin sâdece Yüce Allah olduğunu, insanların ise muvaffakiyetin sebeplerini hazırlamakla vazifeli bulunduklarını ders veriyordu!
PEYGAMBERİMİZİN MEKKE'YE GİRİŞİ
Peygamberimiz, Mekke'ye girmek için ordusunu dört kola ayırdı:
Sağ kol... Kumandan, "Seyfullah" unvanının sahibi Hz. Hâlid b. Velid'di. Mekke'ye aşağı taraftan girecekti.
Sok kol... Kumandan Hz. Zübeyr b. Avvam idi. Şehre yukarıdan, Küdâ denilen mevkiden girecekti.
Üçüncü kol Sa'd b. Ubade kumandasındaydı ve Ensâr birliklerinden ibaretti. Seniyye tarafından şehre girecekti.
Piyade birliklerinden meydana gelen dördüncü kola Ebû Ubeyde b. Cerrah kumanda ediyordu. O da, Mekke'nin üst tarafından ilerleyecekti.813
Peygamber Efendimiz, kumandalara şu emri verdi:
"Size karşı konulmadıkça, size saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz, hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz!"814
Bu emirden bazı kimseler müstesna kılındı. Bunlar, görüldükleri yerde, Kabe'nin örtüsü altına iltica etmiş olsalar dahi öldürüleceklerdi. Onlar da şunlardı: İkrime b. EM Cehl, Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh, Habbar b. Esved b. Muttâlib, Hüveyris b. Nukayz, Mıkyes b. Subabe elLeysî, Abdullah Hilâl b. Hatal, Hind binti Utbe b. Rebia, Şarkıcı Sâre, Kureyne ve Ernebe.815
Bunlar, irtikap ettikleri suçlar, irtidat, İslâm'a ve Müslümanlara aşırı düşmanlık, işkence, kati, Resülullah'ı ve Müslümanları küstahça hicvetme gibi affa sığmayacak suçlardı.
Kollar Mekke 'ye Girerken...
Takvim yaprağı, Hicret'in 8. yılı Ramazan ayının 13'ü Cuma gününü gösteriyordu. Gün, henüz yeni ağarmıştı.
Peygamber Efendimiz, devesi Kasva'nın üzerindeydi. Mübarek başında Yemen işi siyah bir sarık vardı. Sarığın bir ucunu iki omuzunun arasına salıvermişti. Bu haşmet ve vekar içinde mübarek beldeye giriyordu. Bir taraftan, Allah'ına, kendisine bu günü gösterdiğinden dolayı hamdediyor, minnet ve şükrünü arzediyor, diğer taraftan da fethi iki sene evvelinden haber verip müjdeleyen Fetih Sûresini okuyordu. Bu, kendileri için, ashabı için en mes'ud, en sevinçli anlardan biriydi.
Dillerde acı söz yok, kalbleri fetheden tatlı sözler vardı. Sımalardan tebessümler damlıyordu.
Mücâhidlerde büyük zaferlerin, muhteşem fetihlerin verdiği kendini kaybediş yoktu. Nefislerine, kalb, ruh ve dillerine hâkimiyet vardı.
Sa 'd b. Ubade nin Azledilmesi
Bir ara baş döndürücü zaferin havasına gayriihtiyarî kendisini kaptıran üçüncü kol kumandanı Hz. Sa'd b. Ubade, ağzından, "Bugün büyük savaş günüdür. Kabe'de vuruşmanın helâl olacağı gündür!"816 diye bir söz kaçırdı.
Durum, derhâl Hz. Resûli Ekrem'e bildirildi. Bu söz, Mekke'ye harbsiz, kan akıtmaksızın girmek isteyişin mânâ ve ruhuna zıddı. Hemen sancağın Sa'd Hazretlerinden alınıp oğlu Kays'a verilmesini emir buyurdular.817
Hâlid b. Velid Koluna Taarruz
İslâm Ordusu, Peygamber Efendimizin emri gereğince hiç kimseye kılıç kaldırmadan edeb ve hürmet içinde Mekke'ye dalga dalga giriyordu.
Ancak, bu arada, Hâlid b. Velid Hazretlerinin kumandanlık ettiği kola bir taarruz oldu. Taarruz, İkrime b. Ebî Cehil, Safvan b. Ümeyye gibilerle, topladıkları halktan bazıları tarafından yapılmıştı.818
Hz. Hâlid, önce karşılık vermek istemedi. Çünkü emir bu meyandaydı. Ancak, müşriklerin saldırıyı hızlandırıp mücâhidleri ok yağmuruna tuttuklarını görünce, vuruşmaya müsaade etti. Müşrikler kaçmaya mecbur bırakıldılar. Çarpışmada iki mücâhid şehid düştü, müşriklerden ise 13 kişi öldürüldü. Durum, Hz. Resûli Ekrem tarafından öğrenildi. Hz. Hâlid, huzuruna çağırıldı. Müşriklerin Müslümanlara saldırdıklarını, mücâhidlerin ise sâdece kendilerini müdafaa etmek zorunda kaldıklarını Hz. Hâlid'den öğrenince,"Allah'ın hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır."819 buyurdular.
Bundan başka 10 bin kişilik muazzam İslâm Ordusu Mekke'ye girerken hiçbir çarpışma olmadı ve Müslümanlar silâhlarını kullanmadılar.
Bu arada, kanı heder edilenlerden ve nerede görülürlerse görülsünler öldürüleceklerden birkaç kişi ele geçirildi ve öldürüldüler. Bunların birkaçı önce Müslüman olup sonra da irtidat eden kimselerdi. Abdullah b. Hatal ve Mıkyes b. Subabe, bunlardan ikisiydi. Kanı heder edilip ele geçirildikten sonra öldürülen diğerleri ise Haris b. Tuleytıla, Huveyris b. Nukayz ve Sâre idi. Bunların hepsi Peygamberimiz henüz Mekke'deyken kendilerine en ağır eziyet ve hakarette bulunan kimselerdi. Yakalanıp öldürülmeleri emrolunan diğer müşrikler ise, her biri başka başka yerlere kaçmışlardı.
Emanın İlânı
Peygamber Efendimiz, Mekke'ye girer girmez halka eman verdiğini ilân etti:
"Kim Ebû Süfyan'ın evine sığınırsa, ona eman verilmiştir. Kim elinden silâhını bırakırsa, ona eman verilmiştir. Kim evine girer, kapısını kapatırsa, ona da eman verilmiştir."
Bunun üzerine müşriklerden bir kısmı evlerine, diğer bir kısmı da Ebû Süfyan'ın evine sığındı.
PEYGAMBERİMİZ, KÂBEİ MUAZZAMA'DA
On bini aşkın İslâm Ordusu, Mekke'ye girmişti. Fakat, Mekke sakin ve âsûde bir gün yaşıyordu. Herkes bir emniyet içinde idi.
Resûli Ekrem Efendimiz, Kasva'nın üzerinde, terkisinde Üsame b. Zeyd, sağında Hz. Ebû Bekir, etrafında Muhacir ve Ensâr topluluğu olduğu hâlde Kâbei Muazzama'ya doğru ilerliyordu. Dâvasını ilâna başladığı ilk günden bu güne kadar ve muzafferiyet sonunda hiçbir değişiklik yoktu. Tek başına İslâm ve îmanı tebliğ ederken de mütevazi, mahviyetkâr, affedici ve merhametli idi, o gün de... Birkaç kişinin gönlünde yer tutmuşken nasıl âlicenab, şefkatli, mütevazi ve afüvkâr idiyse, şimdi on binlerin gönlünde taht kurmuşken de yine bu vasıflarından zerre kaybetmemişti.
İşte, Efendimiz, bu tevazu, mahviyet ve Allah'a minnet ve şükran hisleriyle dolu bir manzara içinde Haremi Şerife girdi. Müslümanlar da akın akın muazzam mabede doğru akıyorlardı. Resûli Kibriya tekbir getirince, Müslümanlar da hep bir ağızdan "Allahü Ekber! Allahü Ekber!" diyerek Mekke ufuklarını bu kutsî sadâ ile çınlattılar. Bu ulvî sadâya, bu mübarek beldenin dağı, taşı "Allahü Ekber! Allahü Ekber!" diyerek karşılık veriyordu.
Kabe 'yi Tavaf
Resûli Kibriya, binlerce sahabî arasında devesi Kasva'nın üzerinde Kabe'yi tavafa başladı. Peşini Ashabı Kiram takib etti. Tavafın her devresinde ellerindeki değnekle Hacerü'lEsved'e işaret ederek onu istîlâm ediyordu.820 Tavafın yedinci devresinden sonra Kasva'dan indi. Makamı İbrahim'e varıp orada iki rekât namaz kıldı. Sonra da Zemzem Kuyusuna vararak ondan hem su içti, hem de abdest aldı. Bunu Safa Tepesine çıkışları takib etti. Oradan etrafa baktı ve kendisine bu muazzam günü gösteren Yüce Allah'a bir kere daha minnet ve şükranlarını takdim etti.
Bu sırada Medineli Mlüslümanlardan bazılarının iç âleminde bir endişe uyandı. Bu endişeyi, "Cenâbı Hakk, Resulüne yurdunun fethini nasîb etti. Artık burada oturur kalırlar mı dersiniz?" diyerek izhar ettiler.
Duasını bitiren Fahri Âlem Efendimiz, ne konuştuklarını sordu.
Onlar, "Bir şey yok yâ Resûlallah!.." dediler.
Sorusunu birkaç sefer tekrarlayıp aynı cevabı alan Peygamber Efendimize, o sırada vahiyle Ensâr'ın konuştukları haber verildi.Bunun üzerine, "Ben, sizin söylediğiniz şeyden Allah'a sığınırım! Bilin ki, benim hayatım sizin hayatınızla, ölümüm de sizin ölümünüzledir!"821 diye buyurdular.
Bu hitab karşısında Ensâr gözyaşları arasında Fahri Kâinat'ın çevresinde toplanıp gönlünü almaya çalıştılar.
"Vallahi," dediler, "biz bunları, Allah ve Resulüne olan muhabbetimizden dolayı söylemiştik, başka bir maksatla değil!"822
Ebu Süfyan ve Fadale 'nin İçlerinden Geçirdikleri
Peygamber Efendimizin ve Müslümanların Kabe'yi tavaf ettikleri bir sıradaydı.
Ebû Süfyan da Mescidi Haram'ın bir köşesinde oturup düşünceye dalmıştı. Şeytan zihnini kurcalıyor ve birtakım sinsi vesveseler telkin ediyordu. Resûli Ekrem önünden her geçtikçe o, "Acaba bir daha asker toplasam, şu adamla(!) bir daha çarpışsam ne olur?" diye içinden geçiriyordu.
Tam bu sırada Resûli Kibriya Efendimiz, gelip başucuna dikildi ve, "O zaman da yine Allah seni hakir eder!" buyurdu.
Ebû Süfyan, şimşek gibi çakan bu söz karşısında daldığı derin düşünceden sıyrıldı. Başını kaldırıp baktığında Peygamber Efendimizi yanıbaşında gördü. Şaşırdı, titredi. Sonra da Allah'a tövbe ve istiğfarda bulunarak, "Vallahi, sen Resûlullah'sın!" dedi.823
Fadale b. Umeyr ise, Peygamberimizi tavaf sırasında öldürmek niyetiyle gözlüyordu. Bir ara bu niyetle fazlasıyla yaklaşan Fadale'ye, Resûli Ekrem anîden dönüp, "Sen Fadale misin?" diye sordu.
Fadale, şaşkınlık içinde, "Evet, yâ Resûlallah!.." dedi.
Peygamberimiz, "İçinden ne geçiriyor, ne düşünüyorsun?" dedi.
Fadale, "Hiçbir şey düşünmüyor, sâdece Allah'ı anmakla meşgul bulunuyordum!" diye cevap verince Resûli Ekrem, "Allah'tan af ve mağrifet dile ey Fadale!.." dedi, sonra da elini Fadale'nin göğsüne koyarak onun için dua etti.
Bu mucize karşısında Fadale kötü niyetinden vazgeçti ve yumuşayan kalbiyle birlikte îmanı da karar kıldı. Resûli Kibriya'nın bir tek nurânî tebessümü düşmanlıkları dostlukları döndürüyor, katı kalbleri balmumu gibi yumuşatıyordu.
Fadale, o ânı, "Vallahi, göğsümden elini kaldırdığı zaman, bana ondan daha sevimli ve sevgili hiçbir şey yoktu!"824 diyerek tasvir eder.
Putların Yıkılışı!
Kureyş müşrikleri, Kabe'nin çevresine 360 put dikmişlerdi. Bu putlar, kurşunla yerlerine perçilenmiş bulunuyordu.825
Tebliğ ettiği "tevhid" inancıyla akıl, ruh ve kalblerdeki putları yıkıp, binlerce insanı getirdiği nurun etrafında pervane gibi döndüren Resûli Kibriya Efendimiz, şimdi de tevhid inancına uygun bina edilmiş olan Kabe'yi asliyetine kavuşturmak için putlardan temizlemeye başlıyordu.
Elindeki asayla putlara birer birer işaret ederek,"Hak geldi, bâtıl zail oldu. Gerçekten bâtıl, dâima yokluğa mahkûmdur."826 âyetini okudu. İşareti alan her put yere düştü. Putun yüzüne işaret ettiyse arkasına düşer, arkasına işaret ettiyse yüzüstüne düşerdi. Böylece Kabe içinde ve çevresinde yere yuvarlanmayan hiçbir put kalmadı.827
Kabe 'de Ezan!
Öğle namazı vakti girmişti.
Nebîyyi Ekrem Efendimizin emriyle, Hz. Bilâl, Kabe'nin üzerine çıkarak ezan okumaya başladı, imanlı gönüllerde sevinç ve canlılık, imansız gönüllerde ise üzüntü ve yıkılış vardı. Seneler önce boynuna ip takıp sokak sokak dolaştırdıkları, akla gelmedik eziyet ve işkencelere mâruz bıraktıkları köle Hz. Bilâl, şimdi Kabe'nin üzerinde gür sesiyle şirk ehlini çatlatırcasına tevhidi ilân ediyordu. Onunla beraber âdeta dağ taş da "Tevhidi İlâhP'yi kendilerine mahsus dillerle haykırıyorlardı.
Bu müstesna manzara karşısında azılı müşrikler kahroluyorlardı. O sırada Kureyş reislerinden Ebû Süfyan, Attab b. Esid ve Haris İbni Hişam, aralarında konuştular.
Attab, "Pederim Esid bahtiyar idi ki, bu günü görmedi!" dedi.
Haris, "Muhammed, bu siyah kargadan başka adam bulamadı mı ki, müezzin yapsın?" diye konuşarak Hz. Bilâli Habeşî'den tahkirle söz etti.
Ebû Süfyan ise, ağzından tek kelime kaçırmadi ve:
"Ben, korkarım, bir şey demeyeceğim! Kimse olmasa bile, şu ayağımızın altındaki kumlar ve taşlar ona haber verir; o da bilir!"828 diye konuştu.
Gerçekten de, az sonra Resûli Kibriya Efendimiz onlarla karşılaştı ve konuştuklarını harfiyyen söyledi. O vakit, Attab ve Haris, şehâdet getirip Müslüman oldular.